Bekleyiş
- haddizatında dergi
- 16 Haz
- 1 dakikada okunur
Huzurevinin penceresinden dışarıya bakıyordu. Ölümü hatırlatan serviler, düşen sarı yapraklar…
Bekliyordu, hep bekledi. Oğlunu, kızını, torunlarını… Hayat hep bir yitiriş ve bekleyiş miydi? Haklı görürdü kendini. Ancak şimdi geç uyanmış bir gaz lambası cılızlığında da olsa fark ettiğine mutluydu. Çünkü asıl konu haklı çıkmak değildi!
Sürekli haklı çıkmaya çalışmak yalnızlığın küflü kabuklarını tercih etmekti. Zaten sonuç pek de değişmiyordu. Çünkü asıl sorun insanın insanı anlamamasıydı. Anlayamaması değil, bilakis anlamaması. Israrla, direne direne… Bile isteye anlamak istememesi...
Anlamaya çalışmak da bir tercihti nihayetinde! Gençken benzer rüzgârların hakimiyetinde o da savrulmamış mıydı? Neden bu denli şaşırıyordu ki?
Aslında daha çok, üzülüyor olmalıydı.
Özünden uzaklaşmanın sancısıyla yanan yüreklere…
Sen sadece sen misin? Deden, baban, ninen, annen… Hepsinde senden bir parça var ve hatırlamanı bekliyorlar. Unuttuğun geçmişini hatırlamanı, davanı hatırlamanı…
“Gerizler başından hoplayamadım
....
Düşman galip geldi haklayamadım…”
Babamın, dedemin, onun dedesinin türküsü… Gençliğimde kaçmak için uğraştığım türküye döndüm koşarak… Kimse özünden bir adım uzağa gidemez. Bir toprakta doğmazsın sadece, orada yetişirsin, öğrenirsin ve o toprağa dönüşürsün gitgide…
Ve biz…Pencerelerimizde hep çocuklarımızı beklemedik mi?
Ey genç! Bekliyoruz… O türküye dönmeni bekliyoruz, özüne dönmeni bekliyoruz…Geçmiş kaçılacak bir yer değil, zorda kalınca sığınılacak bir limandır…
İşte, pencerelerimizde kollarımızı açtık, seni kucaklamayı bekliyoruz. Sırtlanların dünyasından bize sığınmanızı bekliyoruz.
Geç olmadan koş, annene, babana, dedene, ninene, atana sarıl… Çınarların gölgesine sığın, son yaprak da düşmeden henüz...
Emine Cuma

Yorumlar